Kadınlar Birlikte Güçlü platformunun düzenlediği CİSST LGBTİ+ Tematik Alan Temsilcisi Meriç G. Doğan’ın da “Mahpus LGBTİ+ların Yaşadığı Hak İhlalleri” üzerine konuştuğu forumun çıktıları aşağıdaki gibidir. Bu açıklama sonrası KBG Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu önüne eylem gerçekleştirmiştir.
” “Hapishanede erkek devlet şiddetine karşı kadınlar birlikte güçlü!”
demek için harekete geçiyoruz!
Kadınlar Birlikte Güçlü olarak 1 ayda 7 cenazenin çıktığı, Garibe Gezer’e cinsel işkencenin takipsizlikle sonuçlandığı, Aysel Tuğluk ve yüzlerce ağır hasta tutsağın cezaevinde kalamayacağına dair raporlara rağmen adeta ölümüne tutulmaya devam ettikleri bu süreçte “Tutsak Kadın ve LGBTİ+larla Dayanışma Forumu” gerçekleştirdik. Hapishanelerde neler oluyor diye sorduk. Sonrasında da “içeriye göz kulak olmak için” neler yapabileceğimizi tartıştık.
Eren Keskin’in “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüz”, Sevda Özbingöl’ün “Tutsak Kadınların Yaşadığı Hak İhlalleri”, Meriç Eyüboğlu’nun “Hayatına Sahip Çıkan Kadınlar”, Esin Bozovalı’nın “Geri Gönderme Merkezinde Göçmen ve Mülteci Kadınlar” ve Meriç G. Doğan’ın “Mahpus LGBTİ+ların Yaşadığı Hak İhlalleri” üzerine konuştuğu forumda, bu farklı deneyimler arasında ihlaller açısından epey fazla ortaklık olduğunu fark etme imkanımız oldu. Bu farkındalığın ışığında da hapishanelerdeki erkek devlet şiddetini teşhir etmek, buna karşı mücadele etmek, bu şiddete maruz kalanlarla dayanışmak için önümüze bir kampanya koymaya karar verdik.
Toplam 300.000 tutuklu ve hükümlünün 12.000 civarı, yani %5’i kadın tutuklu ve hükümlüden oluşuyor. 8 adet kadın cezaevi var. Her cezaevinin kadın cezaevi olma koşuluna uygun olmamasına rağmen kadın koğuşları var. İkili cinsiyet sisteminin ve kimlikteki cinsiyet hanesinin tamamen belirleyici olduğu bir alan. Personelin sadece %10-12’si kadın, ihtiyaçları karşılayacak eğitim, öğretim ve donanıma sahip değiller. Her açıdan erkekler için dizayn edilmiş, kadın ve LGBTİ+’ların ihtiyaçlarını ya yok sayan ya bir işkence aracı haline getiren hapishane sistemi içerisinde, kadın ve LGBTİ+ tutsaklar, siyasi koğuşlarda da adli koğuşlarda da erkek-devlet şiddetinin, yoksullaştırmanın, izolasyon ve yalnızlaştırmanın, cinsel şiddetin, sağlık hakkına erişimsizliğin özel bir hedefi haline geliyorlar. Bu şiddet, baskı, ayrımcılık ve sömürü karşısında seslerini duyurma araçları dışarıdaki bizlerden çok daha kısıtlı. Bu nedenle bu 8 Mart’a doğru giderken, 2 Mart Çarşamba günü saat 14.00’te Bakırköy Kadın Hapishanesi önünde sesimizi ve kadın dayanışmasını yükselterek başlıyoruz!
Siyasi tutsaklar, hayatına sahip çıkarak bir erkeği öldürmek zorunda kalmış kadınlar, geri gönderme merkezlerindeki mülteci ve göçmen kadınlar ve hapishanelerdeki LGBTİ+ları oraya getiren koşullar ve deneyimleri arasında pek çok farklılık olsa da, forumda yapılan konuşmaların da gösterdiği üzere hapishanede yaşadıkları açısından önemli ortaklıklar var:
1- Bilgiye erişim zorluğu:
Tüm konuşmacılar, özellikle kadınların ve LGBTİ+ların cezaevlerinde neler yaşadığına dair, sağlıklı bilgi edinmenin giderek zorlaştığını ifade ederken, pandemi ile birlikte dışarısı ve içerisi arasındaki duvarların iyice kalınlaştığının altını çizdi. Bunun siyasi tutsaklara karşı bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığı ifade edildi. Adli-siyasi koğuşlarda ve geri gönderme merkezlerindeki kadınların ve LGBTİ+ların içinde bulundukları durumlara ilişkin sağlıklı bilgiye erişememenin sebep olduğu ihlaller vurgulandı.
Özellikle adli koğuşlarda kadınların yaşadıkları siyasi koğuşlardan farklı ve çok daha az bilgiye erişebiliyoruz. Aynı durum geri gönderme merkezlerindeki göçmen kadın ve lgbti+lar için de geçerli. Üstüne üstlük geri gönderme merkezlerindeki göçmenlere çoğu zaman adli yardım hakları olduğu iletilmiyor ya da onların böyle bir talebi olduğunda baroya iletilmeyebiliyor. Bu durum kadınların ve LGBTİ+ların can güvenliği riski olmasına rağmen sınır dışı edilmesiyle sonuçlanabiliyor.
LGBTİ+ mahpuslar özelinde, kaç kişi olduklarına, hangi koşullarda tutulduklarına, tecrit yaşıyorlarsa nasıl ayrımcılıklara uğradıkları bilgisine erişmek çok zor çünkü sistem bilgiye engel oluyor. Trans erkekler ve lezbiyen/biseksüel kadınlara dair bilgi özellikle çok az. Hapishanedeki gözetleme pratiği nedeniyle, yani tüm mektuplar okunduğu için LGBTİ+ derneklere yazmak da cezaevi idaresine açılmak ve kendini başka türlü şiddet ve baskılara açık etmek anlamına geliyor. Bu nedenle hak ihlallerine dair bilginin dışarıya çıkması zorlaşıyor.
2- Cezaevi idarelerinin keyfiyeti:
Cezaevlerinin ve geri gönderme merkezlerinin uyması gereken yasal mevzuatlar, yönetmelikler, düzenlemeler olmasına rağmen tüm konuşmacılar hapishanelerde ve geri gönderme merkezlerinde sabit bir uygulama olmadığını aktardılar. İdareden idareye değişen, yöneticilerin inisiyatifine göre belirlenen kötü uygulamaların gerçekleştiğinden; infaz hâkimleri ve savcılarının da bu kötü uygulamalara karşı harekete geçmektense çoğunlukla fiilen desteklediğine dair aktarımda bulundular. Tüm bu yaşanan ihlaller ve şiddet karşısında ise cezaevindeki mahpusların haklarını arama mekanizmalarının da çoğunlukla işlemediği aktarıldı.
Özellikle yine pandemi ile birlikte, tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla görüşme kısıtları, telefon görüşmelerine getirilen kısıtlamalar, avukat görüş odalarının camlarla kapatılması, içerideki ihtiyaçların karşılanmasına ve mektuplara getirilen keyfi sınırlamalar var. Geri gönderme merkezlerinde ise, kişiler hakkında herhangi bir cezai soruşturma veya kovuşturma yürütülmeksizin, sadece istihbarat bilgisiyle ülkede kayıtsız bulunmak, düzensiz çalışmak, terör, kamu güvenliği, düzeni veya sağlığına tehdit oluşturmak gibi muğlak ifadelerle sınır dışı kararı verilebiliyor.
3- Sağlığa erişimsizlik:
Tüm konuşma başlıklarında sağlık hakkının farklı şekillerde kısıtlandığı, bunun özellikle kadınlar, LGBTİ+lar ve göçmenler için ne anlama geldiği anlatıldı. Yine bu başlıkta da bir keyfiyet söz konusu. Mesela, mahpus trans kadınların cinsiyet uyum sürecinde ihtiyaç duyduğu hormonlara erişimin, doktorun inisiyatifine bırakıldığı, bu durumun trans mahpuslar için hormon tedavisine erişememe ve cinsiyet kimliğini ifade edememe gibi yaşamsal bir anlama geldiği aktarıldı. Regl ürünlerine ücretsiz ve rahat erişim olmamasının yarattığı sorunlardan bahsedildi. Hamile ve çocuklu göçmen kadınların geri gönderme merkezlerinde yeterli gıdaya erişemediği ifade edildi.
Bununla birlikte hapishanelerden gelen bilgiye göre, en az 1500 hasta mahpus ile yaklaşık 500 ağır hasta mahpus için sağlığa erişememenin bir ölüm kalım meselesi haline geldiği ifade edildi. Özellikle son zamanlarda, Aysel Tuğluk üzerinden de kamuoyunun gündemi haline gelen sağlık hakkının, tıp etiğine değil siyasi iktidarın taleplerine uygun olacak biçimde ihlal edildiği vurgulandı. Tutsakların ya tecrit koşulunda ya da 10’ar kişilik koğuşlarda 30’a yakın kişinin çocuklarıyla beraber yaşamak zorunda bırakılarak sağlık hakkından mahrum bırakıldığı anlatıldı. Doktor muayenelerinin %90’ının İstanbul Protokolü’ne uygun, odada doktor ve hastadan başka kimse bulunmaksızın ve bire bir yapılmadığı, bunun yerine çoğunlukla doktorun mazgaldan hastaya “neyin var” diye sorduğu aktarıldı. Adli Tıp Kurumu’nun da infaz hakimlikleri gibi siyasi bir kurum haline geldiği ifade edildi.
Sağlık hakkına erişememe meselesinin yalnızca hapishane içinde değil, yargılama süreci açısından da büyük bir sorun olduğu; hayatına sahip çıkan kadınlar açısından olay günü yaşadıkları şiddetin, cinsiyet körü bir bakış açısıyla, “sanık” oldukları için raporlanmamasının yargılama sürecinde nasıl sistematik erkek şiddetinin üzerini örtmeye yaradığı anlatıldı.
4- İzolasyon + izolasyon:
Hapishanelerin ve geri gönderme merkezlerinin giderek yoğunlaşan bir izolasyon mekanizması olması ve yalnızlaştırmanın etkileri üzerine çokça konuşuldu. Özellikle F Tipi cezaevlerinin tutsakların birbiriyle kurduğu yaşamsal iletişimi, özellikle pandemiyle birlikte, neredeyse imkansız hale getirdiği anlatıldı.
Mahpusların maruz bırakıldığı İzolasyonun farklı biçimleri olduğu her bir konuşma başlığı altında özel olarak belirtildi. Hücre cezası, süngerli oda gibi disiplin mekanizmaları, dayanışma kurulan koğuşların dağıtılması, dil bariyerleri, LGBTİ+ların birbirlerinden ayrılıp farklı cezaevlerine yollanmaları ve tecrit altında tutulmaları; göçmenlerin avukat ve sığınma başvurusuna erişim sorunları, telefon haklarının kısıtlanması veya yalnızca ailenin aranabilmesi, adli koğuşlarda kadınların yaşadığı yalnızlaşma gibi pek çok izolasyon biçiminden bahsedildi.
Bu izolasyon biçimleri diğer pek çok başlıkla da iç içe geçebiliyor. Mesela, yalnızlaşma dışarıdan ekonomik desteğin gelmediği koşullarda hapishanede ciddi bir yoksulluk anlamına geliyor. İzolasyon, erkek-devletin cinsel şiddetini teşhir etmeyi ve mücadeleyi de zorlaştırıyor. Garibe Gezer’in, hapishanede cinsel saldırıya maruz kalması, herhangi bir psikolojik desteğe ulaşamaması, yaşadığı şiddeti aktarmasının keyfi bir biçimde engellenmesi ve tüm bunlarla birlikte uzun süreli olarak hücre cezalarına maruz kalması sonrasında intihar etmesi yaşanan durumun ciddiyetinin ne yazık ki en önemli göstergesi oldu.
5- Yoksullaşma:
Tüm konuşmacılar mevcut ekonomik krizin ve yoksulluğun, hapishanelerde de ağır bir biçimde yaşandığını aktardılar. Hapishanelerdeki kadınlar ve LGBTİ+lar açısından da, yakınları başka ülkelerde olan göçmenler açısından da aile ve toplum desteğinin eksikliğiyle bu yoksulluğun katmerlendiği ifade edildi.
Özellikle hapishanedeki LGBTİ+lar açısından bakıldığında, tecrit edilme hali toplu ortamlarda bulunmaları engellendiğinden çalışma hakkından da mahrum edilmeleri ve iyice yoksullaştırılmaları anlamına geldiği aktarıldı. Hapishanelerde çalışanların emeği ise tam anlamıyla köle gibi sömürülüyor. Günlük yevmiyeler 20 lirayı aşmazken hapishanelerde çalışanların emeğinden elde edilen gelirin yalnızca %2’si yevmiyeye ayrılıyor.
6- Cinsel şiddetin yaygınlığı:
Tüm konuşmacılar kadın, göçmen ve LGBTİ+ mahpusların maruz kaldığı, cinsel şiddet, çıplak arama, elle ve sözle taciz ile bunların üstünün örtülmesi için tutsaklara baskı uygulanması veya sürgün edilmesinin yaygın ve ortak bir deneyim haline geldiğini aktardılar.
90’lı yıllardan bugüne cinsel şiddetin açığa çıkarılması için verilen mücadelelerle pek çok kazanım elde edilmesine rağmen, cinsel şiddetin ortaya çıkmasında ve belgelenmesinde hala ciddi sorunlar var. Bir yandan toplumsal cinsiyet kabulleri ve bu konunun tabu olması nedeniyle kişiler, maruz kaldığı cinsel saldırıyı ailelerinin ve yakın çevrelerinin öğrenmesini
istemeyebiliyor, bir yandan da yaşadıkları cinsel şiddeti ifade edip bağımsız kurumlardan rapor aldıklarında bu raporlar kabul edilmiyor. Yani bir kişi cinsel işkenceye maruz kalmışsa, savcılık ve mahkeme sadece Adli Tıp Kurumunun (ATK) raporunu kabul ediyor. Bu büyük bir sorun oluşturuyor, çünkü ATK resmi bir bilirkişilik makamı. Devlet görevlileri tarafından hapishanede işlenen suçların belgelenmesi böylece zorlaşıyor.
Tüm bunlarla birlikte cinsel saldırının niteliğine göre oluşan fiziksel hasarların tespit edilmesi için gereken zaman dilimi de ciddi bir sorun. Çünkü birçok kişi bu zaman dilimleri içinde yaşadığını bırakın başkasına kendisine bile açıklayamıyorken bu süre içinde başvuruda bulunamaz hale gelebiliyor. Bazı durumlarda ise, yine karşımıza çıkan keyfi uygulamalarla bürokratik engellerle bu zaman diliminde rapor alamayabiliyor.
İçerisi ve dışarısı arasında bilgiye erişim zorluğu, cezaevi idarelerinin keyfiyeti, sağlığa erişimsizlik, katmerlenen izolasyon, yoksullaşma ve cinsel şiddetin yaygınlığının karşısında siyasi ve adli koğuşlardaki kadın ve lgbti+ tutsaklar, geri gönderme merkezlerindeki göçmen ve mültecilerle dayanışmanın tam zamanı! Gözümüzün içeride olduğunu hatırlatmak, kadın dayanışmasını yükseltmek, hapishanelerdeki erkek-devlet şiddetine karşı da birlikte güçlü olduğumuzu ilan etmek için harekete geçelim!
Kadınlar Birlikte Güçlü
28.02.2022“









Bir cevap yazın